Bilmem benim yüzümden mi?
İki damla göz yaşı var,
Kirpiklerine yuva yapmış gibi,
Sürekli oradalar.
Herkes mutlu zannederken seni.
Ben görebiliyorum yüreğindeki hüznü.
Yapma kendine bunu,
Unut dünü,yaşa bugünü
İnsanız,bazı şeylere güç yetmez,
Ah çekerek ömür bitmez,
Toplasan tüm hüzünleri ,
Bir gülüş etmez.
Bir selam yolla ele güne,
Bir veda busesi kondur düne,
Arasa da seni yana yana,
Dönme eski dünyana.
Ne olacak halim diye,
Düşünme kara kara.
Mutluluk büyük hediye,
Mutlu olmak için sebep ara.
Gözlerinde bir sonbahar uykusu,
Saman sarısı gibi ılık, yumuşak.
Bir tarlanın ortasında sessiz susuşu,
Rüzgârla savrulan sarı bir yaprak.
Gecenin içinden süzülür bir düş,
Solgun bir ışıkla boyanır zaman.
Ne sevinç tam olur, ne hüzün büsbütün,
Kalpte yarım kalmış bir eski roman.
Şükürsüzlük var ağam hemde diz boyu
Camiye giden kul varda kulluk yok ağam.
Hunharca ekeriz toprağı tüketiriz suyu
Dur diyecek devriye varda kolluk yok ağam..
Herkes bey herkes paşa herkes yukarı ağacak,
Gidişatta başımıza taş değil kaya yağacak,
Teknoloji çıldırdı boğadan bile süt sağacak,
Sınırsız zenginlik var yoksulluk yok ağam..
Hediye alsan hatun beğenmez çocuk beğenmez,
Cebin yansada altına inciye hayır denmez,
Sabah akşam her sofrada bal kaymak yenmez,
Rızkımızda kıtlık değil gönülde bolluk yok ağam..
Kapıya kilit yetmiyor kamera ile korunur ev denen kale,
S?aşırdım kaldım inan nasıl geldik biz bu hale,
Ahretimizi unutturdu dünyada ki meşgale,
Toprağın üstüne azık var altına yolluk yok ağam..
I?nsanoğluna alın teri varsa oluyor zahmet,
Zahmet olmayınca gökten yağmıyor rahmet,
Azıcık aşım ağrısız başım demiyor Ahmet,
Hep ben ile başlar cümleler, çoğulluk yok ağam...
Yaa yusuf ağam durum bundan bundan ibaret,
Bu şükürsüzlük te kopması yakındır kıyamet,
Azim hesabı kapamadı ise birazcık daha idare et,
Kendimce gamım kederim olsa da müşküllük yok ağam...
Yürüyordu yaşlı bir adam,
sakallarından süzülen
günaha bulanmış bir terdi.
Evsizler onu solurdu,
sokaklar evini verirdi;
renkli yürürdü sanki
ama içinde
gri bir sabah vardı.
Siyah beyaz sanki ona benzerdi
ışıklı caddelerden geçerken.
Aşklarının her kıvrımını
göğsünde taşırdı hâlâ.
En son yemek yediği
bank hâlâ oradaydı;
bir kuş dışkısı,
tütünden kalma sarı bir leke
ve metal bir çatalın unutulmuş izi.
Kimse bilmezdi
hangi çorbayla ısındı,
hangi lokmada
çocukluğunu hatırladı.
Serserilik,
boynuna takılmış eski bir tasma gibiydi;
yürüdükçe sesi boğulurdu.
Ama kimse bakmazdı oraya,
o hep ellerine bakardı çünkü.
Özgürlüğü,
cebindeki son renkli kutu kapağıydı;
ses etmeden taşıdığı,
kimseye göstermediği.
Yine yürürdü,
sanki bir daha acıkmayacak,
bir daha durmayacak,
bir daha hiç sevilmeyecekmiş gibi.
Masadaki bir çift göz
yavaşça çevirdi başını;
adam çoktan geçmişti,
ama sofra hâlâ buğuluydu.
Ona eski bir tını kalırdı:
ne bir nota,
ne bir isim
sadece
susmayı bilenlerin duyduğu
bir geçiş sesi.
Kimsesizlerin düşleri olmaz,
onlar yürür;
umutları bile
başka bir kaldırım seçmiştir çoktan.
Tenhada Bir Yolculuk
“Gizli bir yolda, sadece içime giden bir trenim var.”
Güneş, hafifçe süzüldü bulutların arasından
Göz kırptı adeta, mavi daha da mavi oldu
Ağaç yaprakları yeni uyandı, rengârenk doğa
Kuşlar güneşten önce uyandı, onlara şafağın aydınlığı yetiyor
Bir trenin boş, soğuk vagonundayım
Mektup gibiyim, satırları okunmamış, ulaşılamayan
Koltuklar, terk edilmiş cümleler gibi suskun
Tozlu, unutulmuş, sessizliğe dirençli
Ne garip korna sesleri
Uzaklardan gelen hüzünlü bir çağrı gibi
Oysa ben yakına gitmek istedim
Biletimi kendime gizli bir yolculuğa kestim
Koltukların dili olsa, beni anlatır mıydı?
Koltuklarda ne kadar soğuk anı var
Keder kokuyor, sanki her nefeste
Bir de diğer vagonlara bakmam lazım
Belki bir vagon uzakta, çocukluğum düş görüyordur
Bulutlar tamamen açıldı
Görebildiğim manzara benim küçük dünyam;
Göremediğim ise hayallerim...
Dokunabildiğim her şey bir umut
Bir kısmı da saklı kalsın gönlümün tenhasında
Bir başına, sadece benimle.
Mezhebime göre ayırıp durma
Hakkın soracağı soruları sen bana sorma
Azıcık sorgula olduğun yerde kalma
Kul hakkına girip cennetten çalma
Sorgula akleyle diyor yüce kitabımız
Kafana bir şey takılırsa Mushaf’tır muhatabımız
Muhammed Mustafa’nın Kabe’sidir karargahımız
Hey delikanlı geçinenler, var mı Allah’tan başka korktuklarınız
İman sizde, din sizde, Yaratanın mucizesi sizde
Acık bırakın bre gafiller! biz de faydalanalım biz de
Bir araya gelince dedikodular, fitneler közde
Sizin bütün delikanlılığınız sözde, yoktur siz de o göz de
Bağırıyorsun ses etmeden, sesim güzel diyorsun
Laf konvoyuna çıktın, zarfları dağıtıyorsun
Dilim tatlı diyor, balı şerbeti yalıyorsun
Nerde beleş görsen gözü kapalı dalıyorsun
Konuşacak çok şey var ses tellerim ameliyatlı
Gönlümden küfretsem şükür o da maneviyatlı
Senin atanı tanır bizim edebiyatlı Yahya Beyatlı
Sen eşeğe binersin de peki ama kimler atlı
Çıkar çatışması olmasın satar o anda dostunu
Çakallığı belli olmaya giyer onda postunu
Sen hele uzun yola çık, görürsün onun kastını
Tanımaz inan kimseyi ne üstünü ne de astını
Hobi bir sabun markası değil artık, bahçelerin ismidir
Bu mal mülk hırsı halimizin resmidir
Bu hırsızı kovalayan hırsız hanginizin cismidir
Üstüne geçirdiğin fistan kağıt mıdır bez midir
Yine konuşur Minyeli ne yapsın uyuyamamış
Gönüllere yaz gelmez bu ne boran bu ne kış
Delikanlılık tövbe yok, kime baksam sahte bakış
Bütün zihinler dolmuş, yolcular tıkış tıkış
Gecenin koynunda sessizce durdum,
Yıldızlar usulca gözyaşı kurdu.
Kalbimde bir yangın, kimse görmedi,
Aşkın suretiyle içim savruldu.
Bir serin meltemde sesini duydum,
"Gel," dedin, rüzgârda kalbim yoğruldu.
Adını fısıldadım göğe doğru,
Bulutlar inip gönlüme doldu.
Bir gül açar gibi solgun yanımda,
Hatıran büyüdü her an adımda.
Sensizliğin rengi indi gözüme,
Bir eski şarkı çaldı içimde.
İpucu: Şiirlerinizin daha yüksek okunma ve beğeni sayısına ulaşması için şiirinizin altında bulunan Whatsapp, Facebook ve Twitter butonlarını kullanarak sevdikleriniz ile paylaşabilirsiniz.