sığınmışım şu bakır semaverin buharına
ve düş bohçalarımı kurcalıyorum bu sabah
kırk yıl önce gelin olmuş bir kadının
kendi çeyiz sandığını kurcalaması gibi
her parçasına ağır ağır
ve özenle dokunuyorum mazinin
teneffüs zili sonrasında
yüzlerce okul çocuğunun yarattığı
o tatlı curcuna gibi
ama hüzün eşliğinde kaçışıyor anılar
sadece çocukluğumu yakalayabiliyorum
eteklerinden
çocukluğumun bir yanı
yüreğimin tanımıyla; muhteşem Ak Dağ’ım
diğer yanı ise mağrur
bir yılan gibi kıvrılarak ağır ağır akan
alçak gönüllü Murat
bir de ağladığına tanık olduğum
ve birlikte ağladığımız yağız bir at
Yağız’ım, asil kısrağım
tam da yelken açıyorken gençliğime
-kahretsin-
kulakları tırmalayan o ses
vınnn...
şu, motorlu/hızlı gençler
çaresiz
veda ediyorum anılara
ama bir kez daha hissediyorum
gerçeğin buruk tadını
çocukluğumun o mahzun çağı
asırlar önce kapanmış
ve çoktan yitmiş
yabani çamların altında da
bitmeyen o çiçekler
ve yok oluyor düş bohçalarım
ufka dalan gözlerimde
mor çiçekli kekik kokularıyla
Ak Dağ'ın asaleti
ve Yağız’ın gözyaşları
öylece kalıyorum
Müjdat Bilgin